2 Ekim 2008 Perşembe

EVLİLİK DE BEKARLIK DA ARTIK DAHA ZOR

PSİKO- SOSYAL AÇIDAN :

Günümüz psiko-sosyal değişimlerinin en büyük göstergesi artık evlilik yapılarıdır. Artık hem evlenmek hem de bir evliliği yürütmek çok zorlaştı. Yaşamın stres oranının artması,stres ve zorlamalara bağlı olarak, insanların tahammül düzeyinin düşmesi, sorumluluk almayı ve ilişikleri sürdürmeyi zorlaştırmıştır.
Sadece stres mi ? stresin yaşanılan toplumda yüksek olması sadece yeterli neden değil. Bunun yanında toplumsal paranoyalar, güvensizlikler de hem evlenmeyi hem de evliliği sürdürmeyi olumsuz etkilemektedir. Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz “ erkek milletine- kız milletine güvenmemelisin, havasına-suyuna –kızına güvenmemelisin,”vb. gibi telkinler ile artık maalesef birbirimize güvenmiyoruz.
Karşı cinse yaklaşımların başladığı ergenlik döneminden itibaren “yaklaş-kaç” çelişkisi artık sadece ergenliği değil tüm yaşamımıza hükmetmektedir. Ergenlik döneminde karşı cinse ilgi duyan biri, aynı zamanda da akranları tarafından “güvenme” telkini ile bir çatışmanın içinde bulur kendini. Bu nedenle sevmek- sevilmek, bağlanmak-uzak durmak arasında sıkışır kalır. Bu güvensizlik ileri de partnerinin her zaman yedeğini bulundurma şeklinde gösterir. Artık postmodern çağımızda yedek sevgili veya partner olması moda halini almıştır. Neden? Partnerine güvenmeyen birey, terk edilme korkusu, tatmin olamama, farklı beklentiler gibi nedenler ile hep bir kaygı ve güvensizlik yaşamaktadır. Bunun yanında evlilerde ise farklı bir paylaşım adına sadakatsiz davranışlar ve takıntılı düşüncelerden kurtulmak adına reel veya sanal yedek partnerler aramaktadır.Gerek bekarların güvensizliği ve sorumluluk almaktan kaçmak adına evlenme süresini hep ertelemeleri, gerekse evlilerin psiko-sosyal nedenlerden dolayı eleştirdikleri ama yaptıkları hataların nedenlerini incelemek gerekir.
Evlilik yaşı da toplumsal değişimlere bağlı olarak yükselmektedir. Artık erkekler 35-40 arası bir hedef koyarken kadınlar,30 yaş altını pek düşünmemektedirler. Kadının 30 yaşına kadar bu süreci uzatmasının altında aynı zamanda ekonomik ve mesleki sorunları çözüp evlenmek, kendini evlilik öncesi ve sonrasında da güvene almak düşüncesi de vardır. Tabi sadece güvence ötesinde de yaşın ilerlemesi “ DOĞRU İNSAN” kavramını da tartışmamıza neden olmaktadır
Hep soruyorum danışanlarıma ve eğitim verdiğim gruplara nedir doğru insan? Aslında cevaplar o genel ki? -Ahlaklı olsun- işi olsun, saygılı güvenilir olsun… olsun….olsun diye devem ediyor…peki evlenmek için yok mu ahlaklı güvenilir…… insan. Yoksa biz mi bulamıyoruz. Bu noktada cinsiyete göre yorum yapmak istiyorum.
Kadınlar, her ne kadar şeklen etkilense de evlendikleri kişilerin işi ve mesleği artık seçimlerinde daha etkili.çok sevmek aşık olmak bile yetmiyor artık.. para, kariyer, güç.. kadınlar artık bu referanslara daha çok önem vermektedirler.
Erkekler, temelde güzel kadın olması bir erkek için aslında ilk şart. Eğer erkeğin özgüveni yüksek ise,güzelliği ön plana alıyor. Ama güvensizlik ile hareket ediyorsa, standartlarının altında biriyle evlilik yapabiliyor.Veya bazı kriterleri es geçebilmektedir.
İşte Sokrates in yorumu:
Öğrencileri Sokrates’e sormuşlar:
- Evlenmek mi iyidir, yoksa bekâr kalmak mı?
Sokrates duraksamadan yanıtlamış:
- Hiç fark etmez!
Öğrenciler şaşırmışlar. İçlerinden biri üstelemiş:
- Nasıl fark etmez üstadım? Birinde tek başınasınız, ötekinde hayat yoluna iki kişi devam ediyorsunuz?
Sokrates söylediğinden şaşmamış:
- Fark etmez. Çünkü ikisinde de pişman olursunuz.
Sokrates’in öğrencileri bu yanıttan tatmin oldular mı olmadılar mı bilinmiyor. Bilinen bir şey varsa, evliliğin lehinde ve aleyhindeki evrensel külliyatın çok zengin olduğudur. Tayland ahalisine göre , “Evlilik, dışarıdakilerin içine girmek için, içindekilerin de dışına çıkmak için uğraşıp durdukları bir mapusane gibidir.”
Türkler ise “Bekârlık sultanlık, evlilik krallıktır” deyip avunurlar

Tabi sadece bu kadar değil. Mesela yine Sokrat ;
“Mutlaka evlenin, eğer eşiniz (erkek yada kadın) iyi çıkarsa mutlu olursunuz. Kötü çıkarsa filozof olursunuz” diyor. Bu durumu yorumlarsak;
eğer ilişkiniz boyunca eşinizi hep değiştirmek (adam etmek) için mücadele ediyorsanız siz iyi bir filozof olursunuz. Hatta bu konuda felsefe kürsüsünde ders verebilirsiniz.
İlişkide karşıdakini ısrarla değiştirmeye çalışmak Türk deyimiyle “adam etmek” tamamen hayal kırıklığı ve gökyüzünü mızraklamaktır bence. Onun yerine adam olmuş birini tercih etmek gerekir.
“bBize başvuran danışanlarımızın bu konuda en çok rahatsızlık duydukları nokta, eşlerinin(sevgililerinin) değişmemesi, kendi gözleriyle olaylara bakmamasıdır. Aslında biz onları değiştirmeye çalışırken, onlar daha fazla direnç göstermektedir. Bu bir uzlaşmadan çok güç gösterisi halini almıştır. Ama bunun farkında olmadığımız için partnerimizin değişmediğini görürüz. Fakat ,en samimi arkadaşı onu istediği zaman değiştirebilir.Burada önemli olan kullanılan dil ve amaçtır.
Evliliklerin bu kadar zor yürütülmesinin bir başka nedeni ise,fedakarlıktan yoksun olmaktır.uzman olarak görev aldığım “Boşanmak istemiyorum” programındaki senaryoların tümünde hep ayın tema var: iletişim engelleri ve problem çözme becerileri yetersizlikleri. Burada Eğer eşiniz ile bütünleşememişseniz, onu bir yabancı gibi görebilirsiniz. Hatta onun sevgisinden ve sadakatinden şüphe edersiniz. Bunu test etmek adına ayrılmayı, boşanmayı da önerir,blöf yapabilirsiniz. Fakat bu gibi test yöntemleri tamamen yanlış ve ilişkiyi yıpratıcı uygulamalardır.Evliliklerde önerdiğim en büyük yöntem;şeffaf olmaktır. Eşinize veya sevgilinize açık olun. Duygularınızı ,düşüncelerinizi açık ve uygun bir ses tonuyla iletin. Bunu anlayamadığı için eleştirmek yerine üzüntünüzü bildirin.
Evliliklerin zorluğunun bir başka nedeni ise bekarlık alışkanlıklarıdır. Özellikle güvensizlik, bağlı kalamamak,”hiç kimse vazgeçilmez” felsefesidir. Oysa evlilik, emek ve fedakarlık edilmesi gereken kutsal bir yuvadır. Ailenin temeli olan evliliklerde kutsallığına inanmayan bireylerin eşleri için fedakarlık etmeleri beklenemez.
Evlenmek isteyen bireylerin aile kavramına inanmaları gerekir.
Evlilik sadece aşk üzerine olmamalıdır. Evlilik tek bire neden üzerine de olmamalıdır. Evlilik bir bütündür. Sadece birkaç uyum yeterli değildir.
Bu noktada evlilik teorileri şöyledir.:
*tamamlayıcı evlilik
*zıt çekicilik
*benzerlik ilkesi.
Benim önerdiğim yöntem,benzerlik ilkesidir. Evlenecek insanla benzerlikleriz evliliğin sağlamlığını arttırır. Aynı kültür, aynı değerler, inançlar,değerler, hayat felsefesi gibi konularda benzer biriyle evlenmek daha sağlıklı ve mantıklıdır.
Bu nedenle hayatta en önemli iki seçim olduğunu düşünüyorum.EŞ_İŞ
Doğru bir evlilik yaşamınızın tüm alanlarına etki edecektir.
Evliliklerin zamanla değişimi de toplumun ruhsal ve sosyal yapısını göstermektedir.İnsanlar artık daha güvensiz, daha az sorumluluk almak istemekte, daha fazla bağımsızlık istemektedirler. Özellikle sosyal hayatın hızlı yaşanıldığı yerlerde hem evlilik yaşı hem de bireylerin birbirine olan güvensizlikleri daha fazladır.
Bunun yanında ergenlikten gelen çatışmalar otuzlu yaşlarda da devam etmektedir.Özellikle “evlenilecek insan-eğlenilecek insan” ayrımı da son zamanlarda trendi yüksek olan bir söz. Yıllarca ilişki sürdürdüğü kişiyle evlenmemek bu sözün göstergesidir.
Üniversite okuduğum yıllarda profesörümüz şöyle söylemişti: herkesle çıkarsınız , sonra el değmemiş, göz görmemiş birini bulup evlenmek istersiniz.” İşte bu cümlede de ruhsal çatışmalarımız mevcut. Yani hem yaklaş hem kaç. Aslında çıkmak istediğimiz kişi ile evlenmek istediğim kişi çoğunlukla aynı olmayabilir. Özellikle tecrübesiz kişiler merak ve bilgisizliğini gidermek için ilişki yaşamak isterler. Fakat tam olarak ne aradıklarını bilmedikleri için karşıdaki insanı da mutsuz edebilirler.Bu nedenle ilişkilerde beklentilerin net ve açık olması ilişkinin başlangıcı ve devamı için gereklidir.

Yani genel olarak artık evlenmek ile bekar kalmak arasında insanlar düşündükçe zamanın ve yaşın ilerlemesini yarattığı farklı bir kaygı içinde kendilerini bulmaktadırlar.
Yani kaygılarımız, çelişkilerimiz,korkularımız, yüksek boşanma oranları,yüksek stres faktörleri, tahammülsüzlük, sabırsız yaşam gibi nedenler hem evliliklerin yürümesini zorlaştırmakta hem de bekarların evliliğe karşı durmalarına neden olmaktadır.

Serhat Yabancı

ÖZEL GÜNLER

Bu haftaki yazımı özel günler üzerine yazmak istedim. Peki neden bazı günlere anlamlar atfedilir? Takvime beraber bir göz atalım.. Anneler günü, sevgililer günü,sizin veya sevgilinizin doğum günü, evlilik yıldönümü,ilk çıktığınızın günün yıldönümü,ilk öptüğünüz günün yıl dönümü, ilk sevişme, ilk çocuk 2 çocuk….. vs .vs..
Ekonomistler, bu gün olaylarını daha çok ticari kazanç ve ekonomik hareketlilik açısından değerlendirmekte iken, sosyologlar, toplumsal yaşamın anlamının azalması, psikologlar ise insanın kendini önemli hissetmesinin isteği olarak yorumlamaktadırlar.
Toplumumuza baktığımız zaman son on yıl içinde özel günlerin kutlanması ve gündeme alınmasında ciddi bir artış var. Eskiden doğum ve anneler günü en baskın günler iken,şimdi yukarıda saydığım günler ve daha sayamadığım ve aklıma gelmeyen günler kutlanmaktadır.Çünkü biz toplum olarak eğlenceye düşkünüz aslında. Tabi eğlence sadece saz-söz değil ama, bizde eğlence şarkı,türkü halay dans ve göbektir.İşin içinde bir de pahalı hediyeler olursa artık özel gün “çok özel gün” oluverir.
Biz erkekler bu özel günlerden pek haz almayız. Aslında alırız da hediye almaktan pek haz almayız. Hani bir de kafamızda şu düşünce vardır.Karşıdakine verdiğimiz değer ; acaba aldığımız hediyenin fiyatıyla mı endeksli? Bu aslında TV de maç izleyen biz erkeklerin, “çok bağırırsam takımım kazanabilir” saçmalığına benziyor gibi. Tabi erkeğin bu düşüncesinin altında biraz da kadının tepkisi ve tavrı yatar ki bu da erkekteki gizli kaygı (korku da olabilir ) dır.
Özel günler, denildiğinde zihnimizde oturmuş kalıplardan dolayı daha çok hediye ile çağrışım yaratması materyalist yaklaşımların toplumda yükselmesinin göstergesidir. Oysa hediye alınmasının yanında yeni güncel yöntemler de oluşmuştur.Yeni dönem kutlama şekli sms dir. Artık hızlı en ucuz iletişim kısa mesaj ile kendimizi zor duruma bırakmaktan kurtarabiliriz. Hatta kayıtlı öğelerde, kayıtlı bir doğum günü, bayram ve yeni yıl mesajı olursa mesaj yazmak derdinden de kurtulmuş oluruz.
Özel günlerin kutlanmasının ötesinde bir de hatırlanamama sendromu ve yaratıcılığı meşhurdur. Bir kişi için en zor an özel günün unutulması iken, en üretken an ise yine uygun bir açıklama ( yalan-bahane) bulmaktır. Genelde biz erkekler bu konuda çok unutkan iken artık yüksek maliyetlerden dolayı unutmamayı öğrendik. Çünkü unuttuğunuz zaman gönlünü almak için yapacağınız harcama artmaktadır.Bu nedenle telefonlarımızın hatırlatmalarını kullanmaktayız. Hatta şuan bu yazıyı okuduktan sonra (izin alarak) eşinizin telinin hatırlatmalarına bir göz atmanızı öneririm.
Hediye almak ve vermek Osmanlılarla değil Sümerler ve Araplarla başlamıştır teknoloji geliştikçe ,globalleşme ile toplumlar ve kültürler iç içe girer , bir birlerini tanırlar.böylece toplumlar birbirlerini tanıyıp kültür alış verişinde bulunurlar her toplumun gelenekleri o toplumdan çıkıp diğer toplumları etkiler.Böylece özel günlerin sayısı ve çeşidi artmıştır kimi günler saçma olabilir.Anlamsız gelebilir. Hediyeleşme, sosyolojik olarak bakıldığında , Osmanlı döneminden beri süregelen bir adettir. Osmanlı padişahları ziyaretlerde hediyeler alır, hediyeler verirlerdi. Günümüzde de özel günlerde,mutlu anlarda,anı pekiştirmek, ve sembolleştirmek adına çeşitli metalar kullanılmaktadır.
Hediyenin kişiler arası iletişimi arttırdığı olumlu etkilediği kaçınılmaz bir gerçek. Fakat insanları arası kurallar konulursa hediyesiz kutlamalar da mümkün. Hediyesiz kutlamalar,ilişkilerde oluşturulan ortak hukuk ve duygusal köprülerle olur.
Peki hediye almanın anlamı ?
Bizi önemli kılar,
Değerli olduğumuzu bize hissettirir,
Alınan hediyenin niteliği ile karşıdaki kişinin bizi tanıması hakkında fikir sahibi eder,
Hediye alan kişi, sizin ihtiyacınızı keşfeder,
Alınan hediye,karşıdaki kişinin sizinle ilgili yorumunu ve tanımlamasını içerir,
Aldığınız hediye, karşıdakine düşünce ve duygularınızı aktarır,
Aldığınız hediye ile karşıdakine,fedakarlığınızı gösterir,
Aldığınız hediye ile günü kurtarırsınız,
Aldığınız hediye ile ortama ayak uydurursunuz,
Aldığınız hediye ile sosyal statünüzü simgelersiniz,

Sonuç olarak hediye kültürü gerek sosyal gerekse psikolojik anlamlar taşımaktadır. Bu açıdan bakıldığında sosyal psikolojinin de temel alanına girmektedir.Hediyeni psikolojik tatmin ve etkisi ötesinde sosyal statü,sınıf ve gücün de bir göstergesi olabilmektedir.

Serhat YABANCI

ONU , KENDİN İÇİN AFFET..

ONU , KENDİN İÇİN  AFFET..
Affetmek, yaşanılan olayın etkisinden kurtulmak için, kişinin öncelikle kendisi için attığı bir adımdır. Affedemeyen kişi, yaşanılanları değiştiremez. En fazla bundan sonrası için ne yapacağını belirleyebilir. Olayın etkilerini, hayat boyu bizi etkilememesini, cebimizde taşımamamızı sağlar.  Affetmemenin bizi  nasıl etkilediğini görmek istiyorsak, olayı aklımıza getirip o an neler hissetiğimizi görebiliriz.  Eğer yoğun duygular yaşıyorsak hala affedemediğimizi gösterir. Ayrıca affedemediğimiz için o duyguları depoladığımızı, en küçük bir kıvılcım( onu görmek, tv de benzer haberler,başkasının başına geldiğinde, konuyla ilgili bir  haber vs.)  ile nasıl alevlendiğini görebiliriz. Oysa affetmemek,hem ruh sağlımıza bir yük, hem de ilişkinin devamı için koca bir engeldir. Ilişikinin ya iyileştirilmesi ya da bitirilmesi kararı da affetme sürecinin tamamlanması ile daha sağlıklı verilebilir.

Neden Affedemeyiz?

  •        Affetmek istemeyen kişinin En büyük kaygılarından biri de aynı şeyi tekrar yaşamaktır. Bu nedenle çoğu zaman aynı şeyi tekrar yaşamamak için affetmek istemez. Olayı sıcak ve gündemde tutar. “unuttum sanma” mesajı verir.

  • Afetmek istemeyen kişi, “ bu kadar basit olmamalı” diye düşünerek affetmek istemez. Bunun hemen affedilmesi ve gündemden kalkması halinde  yapanın yanına kar kalacağını düşünür. Bedel ödetmek ister. Bu olayın kendisi için ne kadar ağır  olduğunu  olayın etkisinin affetmemekle sürdürerek göstermek ister.
  • Affetmeyen kişi, affetmesi halinde kendisinin, kendisine zarar verenin ve çevredeki insanların onu zayıf,gurursuz ve aciz olduğunu düşüneceğini  zannedeceğini düşündüğü için affetmek istemez.
  • Affetmek istemeyen kişi, affederse hiç bir şey olmamamış gibi, ilişkinin yürümesi gerektiğini düşünür. “affedersem barışmam lazım “diye düşünür.
  • Affetmek istemeyen kişi, bedel ödetmek ister. Diyetini ister.  Karşıdaki kişinin çabası ,daynaması ve bedel ödemesi ile hem kendisine verdiği değeri ölçer hem de ödeştiğini düşünür.
  • Afffedemeyen kişi, yapılan davranışı kişiliğine  ve kendisini değersizleştirmeye yönelik bir saldırı olarak algılar.affetmeyerek değerini korumaya ve toplarlamaya çalışır.

    Peki affetmek nedir ?
     Aslında affetmek, öncelikle kendimiz için,ruh sağlımız için geçerli olan bir davranıştır. Affetsek de affetmesek de geçmiş yaşanılanı değiştiremeyiz. Sadece korunma ve kırılmanın yansımalarını yaşarız. Yukaridaki affetmek istemeyen kişinin düşündükleri aslında yanlış olanlardır. Insanlar affetmeyi taviz vermek olarak algıladıkları için affedemezler. Ayrıca, affedilmesi gereken kişinin de çaba göstermemesi ve hatasını kabul etmemesi de affetme sürecini engeller.öncelikle biz affedeceğiz.  Bunun yanında karşıdaki kişi bize değer veriyor, bizimle ilişkisini sürdürmek istiyorsa da onun da fazlasıyla özleştirisini yaparak hatasını Kabul ederek çabalaması gerekiyor.  Fakat karşımızdaki insane, hatasını Kabul etmezse, bizimle ilişkisini sürdürmek istemezse , hatta hatasını Kabul etmese bile bizim yine affetmemiz gerekir. Onunla ilişkimizi keserek de affedebiliriz. Yani affetme, karşıdakine bağlı olmadan yapılan bir çalışmadır. Mutlak olarak affetmemiz karşıdakinin çabasına bağlı olmamalıdır. Onıun çabası belki iletişim/ilişkinin devamına katkı sunabilir.

    Diğer yandan affetmeyerek, hata yapan kişinin bedel ödemesini sağlar, ödeşme mantığını ona aktarmış oluruz. “ben hata yaptım o da affetmeyerek bana bedelini ödetti”. Düşüncesiyle hata yapanda suçluluk, pişmanlık ve mahçubiyet duygularının önüne  geçmiş oluruz. Yani o affedilmeyerek hatasının bedelini ödediğini düşünür.

    Affetmek ;
  • yaşanılan olayın duygusal etkisinden ve düşünsel patinajından kendimizi kurtarmaktır.
  • Yaşanılan olaydan dolayı  kendimizi kesinlikle suçlamamaktır.
  • Yaşanılan olayı,o günün şartlarıyla beraberalıp kendimizi de bizi üzeni de affetmektir.
  • Affetmek,yaşanılanla ilgili kin,öfke,nefret, kızgınlık,kırgınlık gibi duyguları yaşamımız boyunca cebimizde taşımamaktır.(taşısak sanki neyi değiştireceğiz?)
  •  Affetmek,yaşanılan olayın etkisinden kurtulmak, onun yarattığı duygulardan dolayı kurban rolünü üstlenmemektir.(affetmeyen insanlarda özgüven kaybı yaşanır)
  • Affetmek,yaşanılan olayı kendine mal etmemek ve kendini suçlamamaktır. ( hak edecek ne yaptım dememektir).
  • Affetmek, davranışın ,yapanın kendisiyle alakalı olduğunu kabul etmektir.
  • Affetmek,barışmak değildir. Affederek de onunla iletişimimizi  bitirebiliriz.
  • Affetmek, unutmak değildir.  Zaten zihnimiz yaşanılan hiç bir şeyi unutamaz.  Unutursak, tekrar tecrube etmiş olmayız.Ama doğru bir yorumlama şekli ile  etkilerinden ve yüklerden arınabiliriz.
  • Affetmek, zayıflık değildir. Bir olay asla bizi yıkamaz. Kandırılmamız, aldatılmamız,hakaret uğramamız vs. insanoğlu herşeyle başa çıkacak potansiyele sahiptir. Olayın bizi kontrolüne almasına izin vermemeliyiz.
  • Affetmek, olayın farkında olmak, ama bunun etkisinden çıkmaktır. Hayat boyu bizi etkilemesine izin vermemektir.
  • Affetmek, kişinin hata yaptığında affedilmesini sağlar. Affet ki affedilesin.
  • Affetmek zordur, mümkündür ve gereklidir
  • Affetmek için kendimizi zorlamamalıyız. Affetmek çünkü bir süreçtir hemen karar verilemez.
  • Affetmek dinen emrediliştir. (Affeden Allah’tır, insan ise Allah’a tabi olarak ve O’nun ahlakını taklit ederek affeder. Çünkü varlıkta hak sahibi olan mülkün sahibi de olan Allah’tır. İnsan gerçekte hak sahibi değildir. Bizim affedici olmamız esas itibarıyla bir lütuf değil, haddimizi bilmek demektir E.Demirli)
  • Affetmek, artık bir şey hissetmemek değildir. Küçük duygu kırınları olabilir. Ama genel anlamda bir şey hissetmemektir.(öfke,kızgınlık,intikam kin..)
  •  A'RÂF – 199.ayeti.  “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.”
    Kendi mutluluğun  ve yüklerden kurtulmak için affet.
    Serhat YABANCI
    Aile-Evlilik-İlişki Terapisti

İLİŞKİLERDEN BEKLENTİLERİMİZ

İnsanlar doğası gereği sosyal ve duygusal özelliklere sahiptir. Gerek sevilmek, gerekse sevmek insanın yaşamında vazgeçilmez duygulardır. Bazen fizyolojik ihtiyaçlarımız birincil ihtiyaç olmasına rağmen ikincil duruma düşebilirler.örneğin, aşk orucu, stresten kaynaklanan yemek yememek, güzel görünmek adına sağlıksız aç kalmak ölüm orucu vs gibi..Fakat bunlar bize mantıksız gelse de toplumsal gerçekler olduğu için kabul etmek zorundayız.
Peki insanların ilişki yaşama isteklerinin altında ne yatar? Neden bir ilişki yaşamak isterler.? Ve ilişki nedir?
Önce tanımdan başlayalım.Aslında ilk anlatmam gereken şey, toplumumuzda ilişki derken hemen akla cinsel ilişki gelmektedir. Bunun nedeni medyanın ilişkiyi hep yanlış, yasak kavramlar için kullanmasıdır. İlişki, duygu ,düşünce,temas ve varlığın karşıdakine aktarımıdır. Reel İlişki olabilmesi için en az iki kişinin varlığı zorunludur.İlişkinin çeşitli tanımlarına fazla girmeden türlerine bakalım.
Sosyal ilişki, duygusal ilişki, fiziksel ilişki,düşünsel ilişki ve son zamanlarda realitesi tartışılan sanal ilişki !!! Burada sanal ilişki hem sosyal,hem duygusal hem de cinselliği içinde barındırabilir. Ama gerçek anlamda bir ilişki nitelemesi yapamayız.Çünkü ilişkinin temel şartı iletişimdir. İletişim ise tanımlamalardan anlaşılacağı üzere “ en az iki kişinin yüz yüze karşılıklı olarak yaptıkları (sözel,görsel fiziksel …)alışveriş” tanımına uymamaktadır.bu nedenle şuan için sanal ilişkiyi gündem dışı tutmak zorundayız. Zaten daha önceki sanal iletişim makalemizde bunu detaylı açıklamıştık.
Peki insanlar neden ilişki yaşamak ister ? insanın varoşlundan itibaren paylaşımı, hem varoluşunun hem de sosyalliğinin zorunlu bir halini almıştır. Şuan bu yazıyı okurken bile aklınıza ilişki içinde olduğunuz bireyleri getirebilirsiniz.Aile,iş çevresi, mahalle ,apartman, okul vs. vs.. birden çok ilişki içinde olduğumuz insan aklımıza gelmektedir.
İlişkilerimizin temelinde paylaşım ve aktarım vardır. Yan temel beklentilerimiz paylaşım üzerinedir. Peki nasıl paylaşıyoruz % 50 ye % 50 mi yoksa kafamıza göre mi paylaşıyoruz. Bunun tabi ki % lik oranı yoktur. Ama ilişkinin sağlıklı olması onun oranını ve dengesini gösterir.Eğer ilişkilerimizde beklentilerimiz çok ise, bizim yüzdemiz artar. Bu durumda karşı tarafın istekleri ,beklentileri ve alınan hazlarını azaltmış oluruz.
İlişkilerimizde direkt beklenti içinde olursak, o ilişkilerin süresinin, kalitesinin,anlamının yetersiz olduğunu fark ederiz. Örnek, bir duygusal ilişki de sadece mutlu olmak adına beklentimiz olursa çok ilişki yaşayabilir ama istediğimiz mutluluğu bulamayabiliriz. Bunun nedeni ise ilişkide kendimizi merkeze almamızdır.
Yine evliliği sadece sorunlarımızın çözümü, psikolojik problemlerimizin azalması, kendimizi güvende hissetmemiz,kaygılarımızın azalması için yaparsak, çok daha mutsuz olmamız kaçınılmazdır.Çünkü evlilik bir tedavi süreci değil bir paylaşım sürecidir. Aynı zamanda evlendiğiniz kişi doktorunuz değildir. Bu nedenle beklentilerimizi ciddi kararlarda çok net bir şekilde ortaya koymamız gerekmektedir. Eğer biz beklentilerimizi bilmezsek, karşımızdakinin bunu karşılayıp karşılayamayacağını bilemeyiz.Bu durum evlilikte 2.aydan itibaren hayal kırıklıklarını veya zorunlu tahammülleri doğurur.
İşte genelde “evlenmeden önce birbirinizi tanıyın” cümlesinin altındaki gerçek budur. Hem kendinizi hem de karşıdakini tanıyın anlamındadır. Benim önerim evlenmeden önce partnerinizle beklentilerinizi karşılıklı ifade etmenizdir. Bu kırıcı olmayıp mantıklı ve sağlıklı aynı zamanda oyunun kurallarını koymaktır.
Genelde evlilik aşamasındayken ,(nişanlılık) hem kadın hem erkek mükemmel bir süreç yürütürler. Çünkü beklentiler konuşulmamıştır. Kimin ne istediği net değildir. Bu evliliklerin altıncı ayından itibaren “evlenmeden önce böyle değildin” , “evlilik erkeği değiştirdi”, “melekti canavar oldu” gibi cümleleri duymaya başlarız. Onun içindir ki ,kurallar açık olmalı, ne istediğimizi hem biz hem de karşıdaki bilmelidir.
Sadece evlilik öncesi değil, evli iken de eşimize beklentilerimiz açık cümlelerle ,suçlamadan ifade edebilmeliyiz. Duygularımızı ifade etmemiz bizi güçsüz duruma düşürmez. Aksine bizim bunları ifade edecek kadar güçlü olduğumuzu gösterir.Kadınlarımız anlaşılamayacağı için, erkeklerimiz ise güçsüzmüş duruma düşmemek için açık duygu ifadeleri kurmazlar. Türk toplumunda en zor şey, kişinin duygularını tarif edip aktarmasıdır. Bunu başarabiliriz.
Evlilik dışında flörtlerde, çıkmalarda( yani yeni ilişkilerde) görüşmelerde de beklentilerimizi her zaman açık olarak ortaya koymalıyız. Kişi ilişkiden içindeki ruhsal durumun düzelmesini bekler. Bir ilişik yaşarsa içinde tüm huzursuzluğun biteceği düşüncesi ile hareket edebilir. Fakat unutmayın ki,karşıdaki kişi de sizin gibi düşünüyordur. O zaman beklentiler iki ile çarpılacaktır. Bu durum ilişkiyi yıpratıp, bencilliği ön plana ve su üstüne koyacaktır.
Peki ilişkilerden, evlilikten hiçbir şey beklemeyecek miyiz? Tabi ki bekleyeceğiz. Ama beklentilerimiz, partnerimizi-eşimizi zor durumda bırakacak kadar değil,onun potansiyelini gelişim, eğitim, ekonomik ,psikolojik vs. durumlarını da göz önüne alarak düşünmeliyiz.Zaten biz beklentimizi söylersek,partnerimiz de bununla ilgili bir çalışma-açıklama gereği hissecektir.
Burada önemli olan , doğru ortamda, doğru ses tonu ile doğru bir cümle ile beklentimizi ifade etmektir. Kendimizi değerli hissetmek istediğimizi, sevilmek istediğimizi, ilgilenilmek istediğimizi vs vs.. ifade etmeliyiz.
Duygularımızı ifade ederken suçlamak yerine ben dilini kullanmalıyız. “ istiyorum, hissediyorum, ,istemiyorum, düşünüyorum… .v.b. gibi.
“benimle ilgilenmeni istiyorum, kendimi değersiz hissediyorum, davranışından dolayı çok kırıldım, gibi…Bu ifadeler gibi cümlelerde, karşıdaki devamlı bir açıklama yapma gereği hisseder.o halde işe eleştirmemek ve suçlamamak ile başlamalıyız.sonrasında ise ne istediğimizi açık şekilde ifade etmeliyiz.

duyguların ve düşüncelerin apaçık olması dileğiyle.


Serhat YABANCI

İLİŞKİDE GÜVEN

İLİŞKİLERDE GÜVEN

Yüzyılın sorunudur güvenmek..
Kime nasıl, niye,ne kadar güvenmeliyim?
Güvenmenin temelinde aslında karşına güvenmek değil, kişinin kendini güvende hissetmesi, kaygı ve korkularından arınması vardır. Bu açıdan baktığımızda değineceğim konu sosyal-duygusal ve psikolojik açıdan güven olgusudur. Bunun yanında tabiki, ticarette, kamuda, vs.. alanlarda güven olgusu da mevcut olmakla hayatın tümünde vardır.
Güven kelimesi aslında büyüyen, gelişen ,sosyal psikolojik olarak değişime açık olan toplumumuzda son 20 yılda kendini çok fazla göstermeye başlamıştır. Özellikle insanların beklentilerinin değişmesi,yaşam amaçlarındaki farklılaşmalar,asimilasyonlar gibi etmenler güven-mek durumunu değiştirmiştir.
Özellikle ikili ilişkilerde aranan temel nitelik güvenilir olmaktır. Peki güven nedir?
Güven, benim tanımımda ilişkide var olması gereken üç temel nokta olan sevgi-saygı-sadakat üçgenin tümüdür. Genel bakıldığında sadece sadakat gibi görülse de tümünü kapsamaktadır. Sevildiğinizi bilmek, saygı duyulduğunu bilmek ve buna koşulsuz inanmak, bunun yanında her açıdan karşınızdaki kişinin size karşı sorumlu olduğunu bilmek, size bazı açılardan sorumlu olmasıdır.
Güven bir ilişkide sadece aldatmamak değildir. Güven, fiziksel aldatmanın yanında ,duygusal-sosyal-düşünsel olarak da sadık kalabilmek, karşıdakini kazanmadan beraber olmadan öncede beraber iken de beraberlik başladıktan sonra da hep aynı şekilde sevgi saygı ve sadakati devam ettirmektir.
Evli çiftlerin en çok şikayetçi oldukları nokta,eşlerden birinin zamanla yada ilişkide istediği noktaya ulaştıktan sonra değişmesidir. İşte bu güvenin kırılması ve kaybıdır. İlişkilerde güvenilir olmayan birinin güvenilir insanları bulması da zordur. Çünkü güvenilir olmayan insanların en büyük özellikleri şöyle sıralanabilir:
*çok konuşmak
*çok fazla açıklama yapmak.
*bir konuda birden fazla mazereti sunmak.
*karşıdakinin bir an önce hemen ikna olmasını istemek
*kendini kanıtlamak istemek.
*bakışlarında doğallığın olmaması.
*her şeye evet demek
Çok uyumlu görünmek.
*abartılı anlatımlar,
*istikrarsızlık
Bu özellikleri arttırmak mümkündür. Ama biri var ki en önemlisidir benim için. İSTİKRAR. İlişiklerde en önemli kriter kişilerin davranış, duygu ve düşüncelerinde istikrarlı olmalarıdır.Zaten ilişkide kişilerin değişmesinin en büyük nedeni kararlı olmamaları ve istikrarsız olmalarıdır. İlişkide kişinin istikrarlı olmaması daha sonraki dönemlerde yaşanacak olumsuzlukların habercisidir.Tabi bunun yanında karşıdakinin istikrarlı olması için bizimde istikrarlı olmamız gerekir. İstikrar güvenin yüzüdür. İstikrar ve güven ise ilişkide en çok zor anlarda ölçülür. İlişkide sevgiliniz veya eşiniz yanınızda iken, güvensizliğin çıkmasını bekleyemezsiniz.
Esas tespitler, zor durumlarda veya “taşın altına elini koymak” durumlarında ortaya çıkmaktadır. Riskli dönemlerde partneriniz üzerine düşeni yapmıyorsa, fedakarlık, özverili bir tavır sergilemiyorsa,bu durumu üç şekilde yorumlamamız gerekir.
*.kendisinden ne beklenildiğinin farkında değildir.
*kendisinden ne beklenildiğini biliyordur.Ama çözüm için yeteri gücü yoktur.
* kendisinden bekleneni biliyordur. Ama bu ilişki için üzerine düşeni yapmak istemiyordur.(aslında ilişkiyi de yeterince istemiyordur).
Bu nedenle bazen kötü giden veya istediğiniz noktaya gitmeyen bir ilişkide ısrar edilmesi sadece kişinin kendisini yıpratmasına ve sürecin daha da olumsuz olmasına nende olur. Belli bir noktada tıkanan ilişkilerde gözden geçirmek ve yeni çözümler üretmek gerekir.
İlişkilerde güvenin temeli aynı zamanda karşıdakine değer vermek ile alakalıdır. .Farkında olsanız da olmasanız da, kendi davranış ve tutumlarınızla başkalarının davranış ve tutumlarını kontrol etmektesiniz. Bu aslında ayna yöntemidir. Nasıl bir izlenim verirseniz aynısını alırsınız. Be nedenle güven beklemek için öncelikle güven vermek gerekir
İkili ilişkilerde güven, kendini olduğu gibi, kazanmak-kaybetmek hesabı yapmadan, ortaya koymak, kendini tanıtmak ve istikrardır. Tanıdığınız insanların sonradan değişmelerinin temel nedeni hep kabul edilebilir davranışlar sergilemesidir.
Güvenmek,risk almaktır. İtirafta bulunmaktır. Açık olmaktır. Ama bunun yapılması ise size bağlıdır. Kişi itiraf ettiğinde kızmak-eleştirmek,reddetmek gibi olumsuz tavırlar,kişinin samimiyetini ve gerçekliğini zedeler. Ayrıca yasalar bile samimi itiraflarda bulunan,yalan söylemeyen durumları indirici neden olarak görmektedir.
Ayrıca ilişkilerde taraflardan birinin partnerine güvenmemesinin temel nedeni kişinin özgüven ve özsaygısının düşük olmasıdır. Özgüven eksikliğinde, “aslında aldatılabilirim,benden daha iyisini bulursa, yada çevremdeki diğer cinsleri gibi ise, yada televizyondaki olaylar başıma gelse… gibi kaygı ve paranoyalar kişinin ilişkisini yıpratmasına neden olabilir.
Şüpheci bir aileden ve çevreden yetişen bir bireyin partnerine güvenmemesi çok ilginç değildir. Kendisine güvenmeyen birey, kendisinin önemsenmediğini, sevilmediğini, karşıdakinin gözünde değerli olmadığını düşünür. Bu durum, ilişkide güven problemi yaratmakta, karşıdaki ise güvenmeyen tarafın açığını aramaya başlamaktadır.
Tabiki bu durumu çözmek için eşler iyi bir psikolog olabilir. Nasıl mı? Mesela partnerinizi anlamak,çözümün % 50 sidir.Burada EMPATİ devreye girer. Eşiniz veya sevgilini şüpheci ise onu anlamaya çalışın. Neden böyle yaptığını ,bu durumun sizinle mi onun psiko-sosyal yapısıyla alakalı olduğunu bulmaya çalışın. Konuşulmayanı konuşun, ona güven verin. Koşulsuz sadakat ve sevgi ifadeleri kullanın.
İlişkide güven bulmak aynı zamanda da ilişkideki hedefinize ulaşmak için seçtiğiniz doğru insandır.Yani evlilik düşünüyorsanız, evlilik düşünmeyen biri sizin için güvensiz biridir. Aslında o güvenilir biridir ama sizin beklentilerinizi karşılayamayacağı için size göre güvenilir değildir.yani güvenilir kavramı aslında bilinç altımızda beklentilerimizle de alakalıdır.
Yukarıdakilere bakılarak şimdi hayatınızda güvenmediğinizi düşündüğünüz insanları gözünüzde canlandırın.Onlara niye güvenmediğinizi düşünün. Ama başka insanların onlara niye güvenebildiğini düşünün. Acaba beklentileriniz mi? Diğer insanların sizin kadar o kişiyi tanımaması mı? Unutulmamalıdır ki ; her iyide birazcık kötü, her kötü de bir iyi vardır.
Ayrıca iletişimde-ilişkide olduğunuz bir insana her konuda güvenmenize de gerek yoktur.Her insanın sağlam ve zayıf olan yönleri vardır.
Ayrıca doğru bir üslup ve iletişlim ile hiç güvenmediğiniz bir insan ile güven içinde bir ilişki yaşayabilirsiniz. Samimiyet derecesine göre sıkıntılı ve rahatsız olduğunuz konuyu onunla baş başa paylaşmanız ilişkinin yönünü değiştirebilir.

Güven dolu bir dünya diliyorum.
Bilgi ve destek için
Serhat YABANCI
serhatyabanci@hotmail.com